‘Depresyondayım, unutuldum, aldatıldım. ‘. ‘İzlediğim film moralimi bozdu, depresyondayım.’ Gibi günlük hayatımızda dilimize dolanan ve bazı durumlar için kendi ruh halimiz olarak adlandırdığımız depresyon aslında nedir? Her yaşadığımız olumsuz etkenler bizi depresyona sürükler mi? Depresyonla nasıl başa çıkabiliriz? Bu yazıda bu soruya cevaplar bulacağız.
Dilde kullandığımız gibi depresyon bireylerin bazı olumsuz durumlardan, olaylardan sonra yaşadığını iddia ettiği bir ruh hali değildir aslında, depresyon bireylerin sürekli bir üzüntü içerisinde olduğu bir duygudurum bozukluğudur. Yani bizim günlük hayatta kullandığımız şekliyle kolayca kendimize tanısını koyabileceğimiz, kendimizi etiketleyebileceğimiz ‘neşeli’ olmak gibi bir duygu değildir. Literatüre göre depresyonun tanımlanması için kişinin hayatındaki işlevselliğinin bozulması gerekir. Basitçe bireyin kendini üzgün ya da boşlukta hissetmesi, ilgi kaybı, eskisi gibi zevk alamama, odaklanamama, kilo alışı veya kaybı, uykusuzluk veya aşırı uyku, yorgunluk, değersizlik ve kendini suçlama duyguları olarak özetleyebiliriz.
Her birey hayatının bazı dönemlerinde kendini üzgün ve boşlukta, geleceğiyle ilgili kararsız ve yolunu kaybetmiş gibi hissedebilir, fakat her birey bunlar sonucunda depresyon yaşamaz. Bazı insanların diğerlerinden bu duruma daha mı eğilimli olduğunu araştıran birçok çalışma ve farklı model vardır. Bu modellerin çoğunun üzerinde bulunduğu nokta stresli olayların ve kişilerarası ilişkilerdeki, sosyal becerilerdeki sorunların rolüdür. Örneğin Freud’a göre depresyon ve yas birbirine çok benzeyen iki durumdur. Fakat depresyonda bireyin benlik saygısında azalma, değersiz hissetme, kendini suçlama vardır. Bireyler aslında durumu kendilerine atfetmemelerine rağmen başka bir insana olan olumsuz duygularını kendilerine yansıtırlar. Bunun nedeni de bağımlı kişilerarası ilişkilerdir. Birey bu duyguları bu kişiye ifade etmekten çekinir çünkü onu kaybetmekten korkar ve bu duygular bilinç düzeyinde kabul edilmez. Bundan dolayı bu olumsuz duygular da benliğe yani kişinin kendisine yöneltilir. Bu yüzden danışma süreci bireyin bilinçdışı dürtülerinin, savunma mekanizmalarının farkına varmasını sağlamayı içerir.
Bireylerin öğrenilmiş çaresizlikle hareket etmesi de depresyonun gelişmesine yol açabilir. Bu, başarısız deneyimlerinden sonra gelecekte de aynı başarısızlığı yaşayacağını düşünerek adım atmaktan çekinmesi ve çabalamaktan vazgeçmesidir. Gerçekten başarısız olmayacağımız durumlar da bile çaresiz hissederek çözüm için bir şey yapmamamızdır. Örneğin başarısız ilişki deneyimlerine sahip bir genç yetişkin ‘zaten istediğim gibi bir ilişki yaşayamayacağım’ inanıcıyla istediği gibi bir ilişki yaşayabileceği konumda bile bu duygusal yakınlıktan kendini yalıtabilir, bu durum duygusal ilişkilerini, kendiyle ilgili algılarını ve benlik saygısını olumsuz etkileyebilir. Şüphesiz ki hayatınızda ‘işte korktuğum şey başıma geldi’ dediğiniz ve bir olayla ilgili beklentilerinizin sonrasında gerçekleştiğine tanık olmuşsunuzdur. Buna kendini gerçekleştiren kehanet deniyor. Yani bireylerin beklentileri, inançları davranışlarını etkiliyor ve durum hakkındaki inançları gerçekleşmiş olabiliyor.
Sosyal öğrenme kuramcıları da depresyonda kişilerarası ilişkilere vurgu yapar. Depresif bireyler destek aldığı, paylaştığı insanlarla konuşurken olumsuz deneyimlerinden bahsedip ağladığında ilk başta kişiler destek vererek yakın davranacaktır fakat bu durum sürekli bir hal aldığında bireyler bu ilişkiden kaçınmak isteyebilir ve destek olmayı bırakabilir. Bundan dolayı danışma sürecinde de sosyal becerilerin, kişilerarası ilişkilerin gelişmesine yönelik çalışmalar yapılarak, etkili iletişim yolları sürdürülmesine ve gelecekteki stresli olaylarla da baş edebilme becerilerine destek olunur.
Ayrıca bireylerin etrafındaki olayları, kişileri, durumları nasıl algıladıkları ve yorumladıkları da araştırmaların vurguladığı etkenlerdendir. Bireylerin olayın nedeni, sonucu ve benlikle ilgili doğurguları hakkında bilişsel çarpıtmaları benlik saygısını olumsuz etkileyebilir. Örneğin sınavdan düşük puan alan bir birey bu durumu gelecekte de kariyerinin iyi olmayacağı şeklinde yorumlayıp kendi hakkında başarısız, beceriksiz şeklinde bir genelleme yapmasına ve depresyonun gelişmesine yol açabilir. Bundan dolayı danışma sürecinde de akılcı olmayan işlevsiz düşünceler ve çarpıtmalar yerine işlevsel ve mantıklı bilişler geliştirilmesine de destek olunur.
Araştırmalara göre depresyonla çalışılırken uzman hekim tarafından ilaç tedavisiyle birlikte psikoterapi desteğinin kombine olarak birlikte yürütülmesi daha etkili sonuçlar vermektedir. Psikoterapide depresyonla çalışırken birçok ekolle çalışılabilir, bu danışanın depresyonunun temellerinin hangi ekolle çalışılmasına uygun olduğuyla yani danışanın ihtiyacı ile ilişkilidir. Bilişsel davranışçı terapide danışanın kendiyle, gelecek ve dünyayla ilgili olumsuz ve işlevsiz düşünceleri ve değerlendirmeleri kaldırılmaya çalışılarak akılcı ve mantıklı düşünceler yerine konmaya çalışılır, bu şekilde olumsuz düşüncelerinin etkilediği olumsuz duygular yerini olumlu duygulara bırakır. Örneğin ‘herkes güvenilmezdir.’ Gibi genellemeye dayanan bir düşünceye sahip bir danışan, sosyal ilişkilerinde olumsuz duygulara yer verebilir. Bu bağlamda onun çarpık, genelleyici düşüncelerinin yerine akılcı düşünceler üretmesine ve bunu hayatında sürdürmesine yardımcı olunur.
Kişiler arası terapide ise danışanın şimdiki ilişkilerinin geliştirilmesi amaçlanır. Şimdi ve buradaya odaklanarak depresyonun gelişmesine yol açan kişiler arası bağlamlara ve güncel sosyal ilişkilerin olumlu anlamda geliştirilmesine odaklanılır. Yani danışanın çevresindekilerle olan çatışmaları, problemleri, iletişimi ele alınarak etkili ve işlevli hale getirilmesine destek olunur.
Şemalarımız da depresyonu tetikleyen kaynaklardan olabilir. Şemalar, bireylerin çocukluğundan itibaren çevresinde olup bitenleri algıladığı, yorumladığı ve davranışlarını etkileyen zihinsel örüntülerdir. Bazı olumsuz şemalar bireylerin yaşamlarını, günlük işlevselliğini olumsuz etkileyebilir. Bu yüzden şema terapide danışanın uyumsuz şemalarıyla uyumlu şemaları değiştirilir. Örneğin çocukluğunda arkadaşları tarafından zorbalığa uğrayan bir çocuk, kendisini arkadaş edinmekten alıkoymak isteyebilir, bu uyumsuz şema onun için zorbalığa uğramamanın engelleyici etkeni gibi gözükerek onun için güven verici olabilir ama bu aynı zamanda arkadaşlık ilişkilerini olumsuz yönde de etkileyebilir. Danışma sürecinde bu uyumsuz şemanın danışanı nasıl etkilediği belirlenerek uyumluyla değiştirilmesine yardımcı olunur.
Unutulmamalıdır ki danışan depresyondayken umutsuz, çaresiz, kaybolmuş gibi hissetse de danışma sürecine adım atması ve sorumluluk alması bile değişime olan isteği ve cesaretinin bir göstergesidir, ki bu sayede psikoterapi desteği ile birlikte danışan, var olan potansiyelini ortaya çıkaracak ve hayat boyu sürdürebilecek stratejiler geliştirebilecektir.
M. Berk Karaoğlu
Uzman Klinik Psikolog- Aile Danışmanı
Özel Berk Karaoğlu Aile Danışma Merkezi